top of page
Yazarın fotoğrafıEmrah Ece

Üç Kardeş

Eski bir zamanda hasta bir ihtiyar, ölüm döşeğinde son nefeslerini tüketirken üç oğlunu yanına çağırdı ve onlara vasiyetini bildirdi, öldüğünde üç oğlunun birlikte mezarına üç kap tuz dökmelerini istiyordu. Üç oğlan, babaları öldükten sonra vasiyetini yerine getirdiler getirmesine de babalarının böyle bir şeyi neden istediğini bir türlü anlayamadılar. Oğlanlar bu işin hikmetini kendi aralarında konuşup yine çözemeyince babalarının mezarında nöbet tutmaya ve olacakları görmeye karar verdiler, ilk gece nöbet sırası en büyük kardeşteydi. Oğlan, akşam güneş batar batmaz babasının mezarına vardı, ıssız mezarlıkta bir süre oturdu fakat, kısa bir süre sonra gözleri uykuya yenik düşünce mezarın kenarına kıvrılıp uyumaya başladı. Gözünü açtığında sabah olmuştu.


İkinci gece sıra ortanca oğlandaydı, akşam olur olmaz mezarlığa varıp beklemeye başladı ama o da uyuyakaldı. Üçüncü gün sıra en küçük kardeşe geldi, iki ağabeyi “Senin nöbetine gerek yok, gitme. Biz iki gün bekledik döktüğümüz tuzun hiçbir hikmeti yokmuş.” Dedilerse de küçük oğlan ağabeylerini dinlemedi ve akşam olduğunda mezarın başında nöbetine başladı. Hava açıktı, atlas kumaşların parlaklığındaki lacivert gökyüzünde temiz, bulutların perdelemediği bir dolunay handiyse gündüz gibi aydınlatıyordu ıssız mezarlığı. Oğlan uzun saatler boyunca mezarın başında oturup bekledi, uykusu gelip gözleri kapanacak olsa kendini çimdikleyip uykuya yüz vermedi ve sonunda gece yarısı olduğunda mezarlığın aşağısından doğru gelen toynak sesleri çalındı kulağına, belli ki bir atlı gelmekteydi. Biraz kulak kabartıp dinledikten sonra oğlan “Bu ses hiç de yüklü at sesine benzemez, bunun üstünde adam yok gibi. Bu saatte kimin atı kaçtı ki mezarlıkta geziyor.” diye düşündü. Az sonra sesler iyice yaklaştı ve kır tay biraz ileride ay ışığının altında ayan beyan görünür oldu, dizginli ve eyerliydi, tüm koşumları gümüş işlemeli siyah deridendi. Oğlan yerinden kalkıp atın peşine düşünce at ortadan kayboluverdi, “Herhâlde ürküp evine koşmuştur.” diye düşünen oğlan, mezar başına döndüğünde kır tayı babasının baş ucunda bekler hâlde buldu. Yanına yaklaşıp dizginini yakalayınca at dile gelip insan gibi konuştu, “Beni tutmaya boşuna uğraşma, ben istemezsem tutamazsın, yalnız ak yelemde bir tek kara kıl vardır onu kopar, başın sıkıştığı zaman bu kıla üflersen ben o vakit hemen yanında olacağım. Eğer bu sırrı bir başkası öğrenirse bu kıl uçup bana geri gelecek.” dedi. Oğlan atın dediği gibi yapıp tek kara tüyü kopardı ve sakladı. Sabah olduğunda bir şey görüp görmediğini soran ağabeylerine de hiçbir şey görmediğini söyledi.


Günlerden bir gün hanın yarışlar tertiplediği haberi yayıldı, dediklerine göre han, yarışları kazanan batıra üç kızını birden verecekti. Bu kızlar öyle güzeldi ki yüzleri ay desen ay, gün desen gün gibi ışıklı, gözleri ceren gibi kaşları yay, kirpikleri ok, dudakları kor gibiydi. En büyüğünün saçları tunçtan, ortancasınınki gümüşten, en küçüğünki ise altındandı.


İhtiyarın üç oğlu da bu yarışmalara katılmaya niyetlenip hazırlandılar, iki büyük kardeş ahırdan babalarından kalma iki iyi at alıp uyuz ve yaşlı, karnı arık, tüyü yoluk bir beygiri de küçük kardeşlerine bıraktılar. Küçük oğlan iki ağabeyi iyi atları alıp gidince ahırda kalan uyuz beygire bakıp güldü ve “Seninle yarışa gitsek ancak han kızlarının düğününe yetişiriz.” dedi ve kır tayın yelesinden kopardığı kılı sakladığı yerden çıkarıp üfledi. O anda toz dumana karıştı ve birdenbire kır tay ortaya çıktı, gümüş işlemeli eyerin yanında iyi bir yay ve bir sadak dolusu ok asılıydı, diğer yanında ise en iyi ustanın elinden çıkmış olduğu belli olan kara pulat bir kılıç, üzerinde ise demir pusatlar ve yüzü siperlikli bir tolga duruyordu, doğrusu tüm bunlar tam beylere layıktı. Oğlan hemen pusatları kuşanıp kılıcını beline taktı, yayını sırtına astı, tolgayı da kafasına geçirip kır tayın üzerine sıçradı, onu bu hâlde kimsenin tanımasına imkân yoktu.


Yarış meydanına vardığında yarışçıların çoktan başlamış olduklarını öğrenince atını haydalayıp dörtnala dizgin boşalttı, at biraz koşup gözden uzaklaşınca birdenbire kanat açıp göğe yükseldi ve kartallar gibi süzülmeye başladı. Biraz sonra oğlan bir bataklığın üzerinden geçerken aşağıda iki küçük noktanın çamur içinde oynaştığını görüp alçaldı, yaklaştıkça gördü ki bu iki debelenen nokta iki ağabeyinden başkası değildir. İkisini de bataklıktan kurtardı, tolgası yüzünü örttüğü için ağabeyleri onu tanıyamamışlardı. Üç atlı yolun geri kalanını birlikte tamamlayıp varış noktasına geldiler, en küçükleri kır tay sayesinde ağabeylerini geçebilecek olsa da geçmedi çünkü yarış yalnız bitiş noktasına varmakla bitmiyordu, yarışın bittiği yerde yüksek bir kayanın tepesine tutturulmuş tek bir iğneyi de okla vurup düşürmek gerekti. Oğlan ağabeylerinin iyi nişancı olmadığını bildiğinden hiç acele etmedi. Yarışın sonuna gelip üç kardeş birlikte birinci olunca sıra yay çekip iğneyi düşürmeye geldi, küçük oğlan ağabeylerine öncelik verip “İlkin siz atın ben sizden sonra atacağım.” dedi. İki ağabey kayadaki iğneyi vuramayınca da nihayet sıra en küçüklerine geldi, oğlan yayına bir ok yerleştirdi, bıyığının burgusuna değin çekip koy verdi ve iğneyi yerinden düşürdü.


Han üç kızını da en küçük kardeşe vermişti, oğlan kızları alıp evine döndükten sonra kır tayı geldiği âleme geri yolladı ve eski kötü giyimlerini giyinip kızları sakladıktan sonra küllenmiş ateşin başına oturarak iki ağabeyini beklemeye başladı. İki ağabey sinirden küplere binmiş halde eve gelince olan biteni evden hiç çıkmadığını sandıkları küçük kardeşlerine anlattılar, o zaman en küçük kardeş onlara yarışı kazananın kendisi olduğunu söyleyip kızları sakladığı yerden çıkardı. Kendisi en güzel olan küçük kızla evlenip diğer ikisini de ağabeyleri ile evlendirdi.


Bir zaman sonra civarda yaşayan insanlar en küçük kardeşleri kendisine en güzel kızı alıp ağabeylerine kötülerini bıraktı diye dedikodu çıkarınca bu sözler üç kardeşin de kulağına geldi, en küçük olanları üzülse de aldırış etmedi ama diğer iki ağabey öfkelenip kardeşlerini kıskanmaya başladılar, sonunda bu kıskançlık gözlerini öyle kararttı ki küçük kardeşlerini öldürmeye niyet ettiler. Bir gece herkes yattıktan sonra kardeşlerine tuzak kurdular, kapının eşiğine bir kılıcı dikine koyduktan sonra “Ağıla kurt girdi.” diye haykırmaya başladılar. Küçük kardeş yerinden fırlayıp kurdu kovalamak için atıldığında eşikteki kılıca bastı ve iki ayağı kesildi. İki ağabey küçük kardeşlerini hekime götüreceğiz diye alıp uyuz atın sırtına bağladılar, uzun yollar gittikten sonra bilinmez bir diyarda attan indirip ölsün diye öylece bıraktılar. O sırada oğlan kendine geldi ve göğsünde sakladığı kır tayın yelesinden alınmış kara tüyü çıkarıp üfledi. Kır tay oğlanı alıp daha da uzak diyarlara, ağabeylerinin yaşadığını bilmeyeceği yerlere götürdü.


Oğlan bu uzak ülkede yıllarca ayaksız yaşadıktan sonra bir gün keçe yurdunun önünde oturmuş dinlenirken uzaktan kör bir adamın arkasında yürüyen bir ayı ile geldiğini gördü, kör adam keçe yurdun önüne kadar gelince ardından gelen ayı seslenip onu durdurdu ve “İyileşmek istiyorsan eğer başını ağzımın içine sok, o zaman gözlerin görecektir.” dedi. Kör adam başını ayının ağzına sokunca da gerçekten de görmeye başladı. Bunu gören en küçük kardeş ayıya “Benim ayaklarım koptu, körü iyileştirdiğin gibi beni de yürütebilir misin?” diye sordu. Ayı “Elbette, kör adamın yaptığı gibi sen de ayaklarını ağzıma sok, eskisi gibi olacaklar.” dedi. Küçük kardeş ayaklarını ayının ağzına sokar sokmaz birdenbire iyileşti ve yürümeye başladı.


Yeniden kır tayı çağırıp yurduna dönmek, karısını bulmak istiyordu. Atın sırtına atladığı gibi uçmaya başladı, yurduna varınca etrafta oynayan küçük bir oğlan gördü ve yanına gidip kimin oğlu olduğunu sordu. Küçük çocuk “Anam köle kadın, babamı hiç tanımıyorum ben doğmadan ayakları kesilip ölmüş dediler.” diye cevap verince çocuğa kim olduğunu anlattı ve annesinin yanına götürmesini söyledi. Zavallı han kızı, kocasını ölmüş biliyordu, iki büyük ağabey ve kendi ablaları onu köle olarak çalıştırıyorlardı. Küçük kardeş bunları öğrenince çok üzüldü, iki ağabeyini ve iki büyük han kızını öldürüp babasının evinde karısı ve oğlu ile bir ömür mutlu yaşadı.

15 görüntüleme0 yorum

Commentaires


bottom of page